Beddua etmek öfkeli anımızda başvurduğumuz kötü bir yoldur. Kendi öfkemizi dindirmek için bedduaya baş vursak da, bedduanın geri dönüp bize zarar verme olasılığı var. Peki neden beddua etmemeliyiz?
Beddua, eden kişiye döner mi? “Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir” hadisinde anlatılmak istenen nedir?
Beddua nedir? Beddua etmek caiz midir?
Beddua, Farsça’da “kötü” anlamına gelen bed ile Arapça’da “dileme, isteme” gibi anlamlara gelen dua kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isimdir.
Dinin zulüm ve haksızlık saydığı geçerli sebeplere dayanması şartıyla beddua etmenin câiz olduğunu gösteren âyet ve hadisler vardır. Nitekim müfessirlerin çoğu, “Allah kötü sözün alenen söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariçtir” (Nisa Suresi/148) meâlindeki âyetin haksızlığa uğrayanların zalime beddua etmelerine izin verdiğini belirtmişlerdir.
Ayrıca Hz. Peygamber’in de Müslümanlara işkence etmek, İslâm dinine şiddet ve baskı yoluyla karşı koymak gibi kötülükleriyle tanınan bazı müşriklere beddua ettiğini ve bu bedduasının etkisini gösterdiğini bildiren hadisler vardır. Bu hadislerin birinde verilen bilgiye göre Resûl-i Ekrem, müşriklerin önde gelenlerinden Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef (veya Übey b. Halef), Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa ve Ukbe b. Ebû Muayt’ın içinde bulunduğu yedi kişi hakkında beddua etmiş ve hadisin râvisi İbn Mes‘ûd’un bildirdiğine göre bu kişilerin hepsi Bedir Savaşı sırasında öldürülmüş, böylece Peygamber’in bedduası yerini bulmuştur (bk. Müsned, I, 393, 397).
Yine Hz. Muhammed’in Müslümanları uyarmak düşüncesiyle, paraya taparcasına düşkün olan bazı kimselere ad vermeden beddua ettiği bilinmektedir.
Bununla birlikte beddua, Hz. Peygamber’den en az duyulan sözlerdendir. Bunun sebebi, İslâm ahlâkında af ve ihsana adaletten daha çok önem verilmesidir.
Nitekim, “Bir kötülüğün karşılığı onun dengi bir kötülüktür. Yine de bir kimse bağışlar ve böylece iyilik yolunu tutarsa artık onu ödüllendirmek Allah’a düşer.” (eş-Şûrâ 42/40); “Kim sabreder ve bağışlarsa işte bu, muhakkak ki büyüklere yaraşır yüce davranışlardandır.” (eş-Şûrâ 42/43) meâlindeki âyetler bağışlamanın üstünlüğünü açıkça göstermektedir. Hatta bazı tefsirlerde, Uhud’da Müslümanlara karşı savaşan müşriklerle ilgili olarak Hz. Muhammed’e hitaben, “Senin yapacağın bir şey yok. Allah ya onların tövbelerini kabul edecek ya da kendilerine kötülük ettikleri için onları azaba uğratacaktır.” (Âl-i İmrân 3/128) meâlindeki âyetin, bazı müşriklere beddua eden Hz. Peygamber’i ikaz etmek maksadıyla geldiği, nitekim bu kişilerin sonradan müslüman oldukları belirtilmektedir.
Hz. Muhammed’in genellikle İslâmiyet’e karşı direnenlere beddua etmek yerine onların hidayete ermeleri için dua ettiği bilinmektedir. (Buhârî)
‘Beddua etmeyin’ hadisi
Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim)
İslâm âlimleri, Müslümanların olur olmaz sebeplerle birbirleri aleyhine beddua etmelerinin İslâm ahlâkıyla uyuşmayacağına dikkat çekmişlerdir. Bilhassa mutasavvıf ahlâkçılar, bedduanın tasavvufî edeple bağdaşmadığını belirtir…
Tüm bunlardan çıkarılacak sonuç olarak şunlar söylenebilir.
Zalimden başkasına beddua etmek haramdır. Zalime de, zulmü kadar beddua etmek caiz olur. Caiz olan bir şeyin miktarı da, özrün miktarı kadar olur. Zalime de beddua etmemek, sabretmek ve hatta affetmek daha iyidir.
Kaynak: www.ensonhaber.com